Orjinal Ad : I Heart Huckabees
Yapım : 2004, USA / Almanya
Yönetmen : David O. Russell
Süre : 107 dk
Televizyonda izleyecek birşey bulamadığımız sıkıntılı bir haftaiçi günü, DVD kapağından bir romantik komedi havası sezilen filmimizi takıp izlemeye başladık. İzleyiciler hakkında bir önbilgi vereyim. İki adet İşletme eğitimi almış, zevzek, felsefeden hazzetmeyen, uykulu ve yorgun hatun. Bir kanepe. Yarın ekmek içine yapılmış sosisli ve Rus salatalı sandviçin yanında kola.
Düşündüğümüz gibi "romantik" bir komedi çıkmadı karşımıza, daha çok (çok afedersiniz) beyin miken dialogların saldırısı diyebiliriz. Varoluşçu bir komediymiş kendisi. O ne demekse?
Filmimiz Albert Markovski'nin zenci sırık gibi bir çocukla 3 kere karşılaşması üzerine "Benim tesadüfümün olayı nedir?" düşüncesiyle Varoluşçu dedektifler Bernard ve Vivian'a başvurmasıyla başlıyor. Evde, işte, banyoda, kısaca hayatının her anında izlenmeye başlayan Albert'in canını bir süre sonra bu takip canını sıkmaya başlıyor.
Bu sırada kurucusu olduğu ve geliştirdiği "Açık Alanlar Koalisyonu"ndan atılıp başkanlığı Jude Law'ın canlandırdığı Brad'e kaptırıyor. Brad'in amacı koalisyonu, Huckabees isimli şirkete girebilmek için kendi yararına kullanmak. Albert'in işlerini bozmak için Varoluşçu dedektiflerle de çalışmaya başlayan Brad, kız arkadaşı Dawn'ın kendini bu akıma fazlaca kaptırmasıyla "Allahım ne yaptım been??!!" moduna girmeye başlar.
Ahanda bu sırada hayatın anlamı, iyi-kötü-çirkin kavramı, acı, gerçeklik kavramlarıyla kafayı bozmuş olan Albert, bir başka üşütük arayışçı olan Tommy ile tanışır. İkili, Varoluşçu dedektiflerin rakibi olan Fransız Caterine'in öğretilerini takip etmeye başlarlar. Bu arayışlarında Caterine onlara bekledikleri rehberliği yapabilecek midir?
Valla benim aklımda kalan birkaç sahne var ki birbirinden korkunç. Birincisi memeleri olan ve Albert'i emziren bir Brad. İkincisi çamurların içinde yuvarlanan bir Caterine. Üçüncüsü de Amish kıyafetleri içindeki Dawn.
Bana pek hitab eden bir film olduğunu söylemeyeceğim. Sevgilisi Felsefe bölümünde okuyan bir hatun için fazla yüzeysel de olabilirim, bilemiyorum.
IMDB Puanlaması : 6,9/10
La Santa Roja Puanlaması : 5/10




Başrollerden birinde 21 yaşında bir nerd olan Ben var. Ben, klasik bir loser'da olması gereken tüm özellikleri taşımasına rağmen (Derslerde üstün başarı, MIT'de 4,00 not ortalaması, diğer nerd arkadaşlarıyla bir seneden uzun süredir üzerinde çalıştıkları robot projesi, sınıflarda hocalarının dikkatini çeken parlak zekası, hımbıl yürüyüşü, hoşlandığı hatunla konuşamaması vb.) tipik bir nerde yakışmayacak şekilde yakışıklı. Ben beğendim Allah için. Zaten hem nerd hem de tipsiz olsaydı karakterin filmin ilerleyen sahnelerinde yaşayacağı değişime uymazdı.
Her fırsatta Harvard için gereken $300,000 toplayınca bu işi bırakacağını söylemektedir. Profesörün takımındaki diğer 5 öğrenciyle birlikte oldukça profesyonel bir takım oluştururlar; kimisi masalarda oyunun gidişatını kontrol edip uygun el oluştuğunda birtakım şifrelerle büyük oyuncuyu masaya çağırırken kimisi ne zaman uzaklaşılması gerektiğini takip eder. Bilin bakalım büyük oyuncu kimdir? :)
Ben kendimi bildiğim için kollu makinelerin dahi yanına yaklaşmam. Kumar benim sonumu getirebilecek az sayıdaki şeyden biridir, biliyorum. Kazandıkça hırslanan, kaybettikçe daha da hırslanan, haydan gelen huya gider mantığıyla asla artıya geçemeyen biriyim. Anca bulaşık yıkamasına ya da salata yapmasına oynayabilirim. Kişinin kendini bilmesi iyidir. Keşke bu arkadaşlar da bilselermiş kendilerini :p
