11 Ekim 2011 Salı

Uyuyan Güzel


Orjinal Ad : Sleeping Beauty

Yapım : 2011, Avustralya
Yönetmen : Julia Leigh
Süre : 104 dk


Üzgünüm ama seks hayatınızı seviyorsanız bu filme gitmemenizi, gitseniz da gözlerinizi belirli aralıklarla kapatmanızı tavsiye edeceğim. Bu yaşıma kadar itinayla sakındığım kadayıf kaplı yaşlı adam pipilerini dün akşam peşpeşe görmemle firijitliğe meyletmemin aynı ana denk gelmesi tesadüf olamaz!



Koca film boyunca aynı etekle arz-ı endam eyleyen kahramanızım Lucy, üniversitede okurken bir yandan da masraflarını karşılamak için tıbbi araştırmalara katılır, ofis girl'lük ve garsonluk yapar. Bir gün okul gazetesindeki bir ilana başvurur. Görüşmeye gittiğinde önce bir güzel incelenir, daha sonra işin gerekleri aktarılır; özel davetlerde İngiliz usulü servis. (O neyse?)




İlk gittiği işte kızımıza beyaz bir iç çamaşırı takımı giydirilir, dudaklarına vajina dudaklarıyla aynı renk ruj sürmesi istenir, bir oda dolusu pinpon dedeye şarap servisi yaptırılır. Bu esnada gotik tanımını yeniden yazdıracak grotesk kıyafetli başka kızlar da yemek servisi yaparlar. Kolay bir şekilde saati $200'dan ücretini alan Lucy bu şekilde birkaç işe daha gider. Bir sonraki iş ise biraz farklıdır. Önce saçlar ıslanmadan duş alması, sonra hazırlanan bir çayı içip yatağa yatıp birkaç saatliğine derin bir uykuya dalması istenmektedir. Bu esnada ona kimlerin, neler yaptığını kimse bilmeyecektir ama tek bir kural vardır; "No penetration.".



Kolayca kazandığı tatlı parayla yerlere kadar camları olan süper bir daireye taşınır Lucy, masrafları arttığından daha fazla iş almak ister. Derken uyuduğu sırada ona neler yapıldığını merak etmeye başlar, bir casus kamera alıp odaya yerleştirir. Lucy uyanır, yanında ölmüş bir pinpon görür, 5 dakika boyunca anırarak ağlar. Çekim yaptığı gün gelen müşterisinin tek amacı aynı çaydan aşırı dozda içerek genç ve güzel bir kızın yatağında ölmektir. Fin.



Tipik bir festival filmi olarak çat diye, apansızın biten bir son beni şaşırtmadı da, şu tatminsizlik hissi hoş değil. İnsan eli böğründe "Eee?" diye kalıyor ister istemez. Pinpon müşterilerden kel olan manyak oğlu manyak herifin yalamalarını hakkaten baygınmış gibi hareketsiz karşılayarak "Valla iyi oynamış"ı da kaptı benden kahramanımız. Keşke sarkık ve/veya biri yere biri göğe bakan memelere, bol pubik kıla ve dede pipisine maruz da kalmasaydık diyorum anca.

IMDB Puanlaması : 6,3/10
La Santa Roja Puanlaması : 5,0/10

Gelecek


Orjinal Ad : The Future
Yapım : 2011, USA/Almanya
Yönetmen : Miranda July
Süre : 91 dk

Bu sene Filmekimi maratonumun başlangıç filmi, hasta yatağımdan inatla kalkıp sürüne sürüne gittiğim Gelecek oldu. Bu kadar zahmete değdi mi derseniz, evden 3 gündür çıkmamış bir insanı "Chucky'nin Gelini"ne götürseniz bile mutlu olurdu herhalde diyebilirim. Yok yok şaka la şaka, o kadar da değildi.

Sophie durgun zekalı bir dans hocası, birlikte yaşadığı sevgilisi Jason ise evden kulağında kulaklığı "Modemin link ışığı yanıyor mu?" ekolünden bir teknik destek görevlisi. Bu ilginç ikili, bir gün hasta bir kediyi evlat edinmeye karar verirler.

Kediyi almaya gittiklerinde hayvanın tedavisinin bitmesi için 1 ay daha beklemesi gerektiği söylenen çift evlerine geri döndüklerinde düşünmeye başlarlar. Veteriner kediye maksimum 5 yıl ömür biçmiştir, 5 yıl sonra 40 yaşında olacaklardır ve ondan sonra zaten hemen 50 gelir ki sonrası da yoktur diye tipik birer orta yaş krizi yaşayıverirler oracıkta. Hayatları istedikleri hiçbir şeyi başaramamış olduklarını farkederek işlerinden ayrılıp sanki "1 ay sonra ölecekmiş gibi" yaşamaya karar verirler.

Jason bu konuda daha istikrarlı olup ağaç satan bir organizasyona gönüllü olur, Sophie ise "30 güne 30 dans" isimli bir projeye başlar ama kendisinden film boyunca acınası birkaç gudik hareket dışında bir dans göremeyiz. Bu 1 aylık süreçte başarısızlığıyla iyice bunalan Sophie, gidip tesadüf eseri hayatlarına giren bir adamla yakınlaşır. Olanları Jason'a anlatacağı sırada bunları duymak istemeyen Jason zamanı durdurur fakat diğer yandan zaman devam etseydi neler yaşanacağını da görürüz. Jason sonunda zamanı tekrar başlatabildiğinde ise tarih kediyi almaları gereken günü çoktan geçmiş, Sophie adamın evine taşınmış, hayatları farklı yönlere gitmiştir bile. Bu 1 ayı yaşanmamış sayabilecekler midir ki acaba, ne dersiniz ki?

Senaryoyu yazan, filmi yöneten, Sophie'yi canlandıran, Paw-paw ismini verdikleri hasta ve ayağı sarılı kediyi de seslendiren Miranda July'ı beni üzdüğü için kınıyorum. "Ben sizi beklemekten bıkmam ki, 1 ay daha bekleyebilirim." diye konuşturduğu minik patileri; sahipleri gelmeyince ötenaziyle öldürten senaryoya naledolsun. Ayrıca gerçek hayatta bu kadar retarded insanları karşıma çıkarmayan Rabbim için bugün öğle yemeğinde tavuklu fettucini yemeyi planlıyorum. Kötü film değil, ama sevimli de değil, öyle birşey işte.

IMDB Puanlaması : 6,6/10
La Santa Roja Puanlaması : 5,2/10

10 Haziran 2011 Cuma

Felekten Bir Gece 2



Yapım : 2010, USA
Yönetmen : Todd Phillips
Süre : 102 dk

Devam filmleri konusunda genellikle önyargılıyımdır fakat söz konusu film tepinerek güldüğüm Hangover olunca bir şansı hakettiğini düşündüm.İlk filmin sonunda bitchy sevgilisiyle ayrılan Stu bu filmin damadı. Evet yine bir düğün ve yine iplerin koptuğu bir masum bekarlığa veda söz konusu. Bu adamların sıkıcı ve tekdüze bir hayatları var ve düğünlerde maceradan maceraya koşuyorlar gibi bir durum yani. Senaryo konusunda biraz daha yaratıcı olunamaz mıydı ki?

Filmin başında Stu gayet taş olan Taylandlı müstakbel eşiyle evlenmek için Bangkok'a yakın bir balıkçı kasabasına gider; yanında Phil, Doug, acınarak davet edilen Alan ve kayınbiraderi 16 yaşında, mükemmel olması konusundaki baba baskısından muzdarip harika çocuk Teddy ile. Alan çeteye yabancı biri - Teddy'nin sızmasından çok rahatsız olur ve bunu gerek çocuğun yastığını alıp atarak, gerek yer vermeyerek gayet belli eder. Geçen seferden ders alan Stu, bu sefer bekarlığa veda partisi olmayacağı konusunda çok kararlıyken düğünden 2 gün önce gelinin de ısrarıyla arkadaşlarıyla sahilde birer bira içmeye razı olur. Bir biranın ne zararı olabilir ki?

Ertesi sabah Bangkok'ta bir otel odasına geçeriz. Phil derbeder bir halde uyanır, peşinden saçları kazınmış olan Alan ve küvetin içinde sızmış olan Stu. Problem şudur ki Kenny'nin işaret parmağı odada olmasına rağmen çocuk sırra kadem basmıştır. Kendinden nefret eden kayınpederine ve geline durumu çaktırmamaya çalışarak Teddy'nin peşine düşen Stu ve "kurt çetesi"; bu arada ilk filmden hatırlayacağımız Mr.Chow, Rus uyuşturucu mafyası, Amerikalı bir mafya babası, sessizlik yemini etmiş Budist rahipleri, pipili kadınlar, Rambo filmlerinden fırlamış kılıklı bir dövmeci, sigara bağımlısı çirkin bir maymun ile de uğraşmak zorunda kalır.

Sizlere bir tavsiye; bu filmi ayık izlemeyin yoksa benim yaptığım gibi gülümsemekle yetinirsiniz. Bu serinin olayı kafayı kırıp salak salak gülmek anladığım kadarıyla.

IMDB Puanlaması : 7,0/10
La Santa Roja Puanlaması : 5,5/10