19 Aralık 2009 Cumartesi

Felekten Bir Gece




Orjinal Ad : The Hangover
Yapım : 2009, USA / Almanya
Yönetmen : Todd Philips
Süre : 100 dk

Sinemaya gitmeyi iyiden iyiye unutmuş bir zat olarak bir DVD ile daha karşınızdayım. Sıkıntılı bir dönemden geçtiğim için bu aralar komedi ya da sabunköpüğü filmlerinden başkasına meyletmeye de niyetim yoktu açıkçası. Amacına hizmet eden bir DVD :p Filmimiz zaten bir takım olayların çıkacağı aşikar olan Bekarlığa Veda Partisi üzerine kurulu. Ama açılış cümlesi olarak duyduğumuz "Damadı bulamıyoruz." bize klasik bekarlığa vedalardan daha vahim bir durumu müjdeliyor.


2 gün sonra evlenecek olan Doug, bekarlığa veda partisinde en yakın 2 arkadaşı Phil ve Stu, ve gelinin erkek kardeşi, oldukça kopuk Alan ile birlikte Vegas'a gidecektir. Phil haftanın 5 günü öğretmenlik yapıp paydos ziliyle tipiyle uygun bir piç haline dönüşen, salya akıtan bir ilkokul öğretmeni; Stu ise control-freak, baskın tip, fahişe diye saymaktan çekinmeyeceğiniz, kendisini daha önce bir gemideki barmenle aldatmış olan 3 yıllık sevgilisi ile evlilik planı yapan bir diş doktorudur.

Yalnız, kırık, kendisiyle konuşan herkese "en iyi arkadaş" yaftasını yapıştıran Rainman Alan, fasulye kadrosundan bu ekibe katılır. Gelinin babasının ödünç verdiği Mercedes'le birlikte Vegas'a varan dörtlü, çatıya çıkıp birer Jagermeister ile geceye başlarlar. Bir sonraki sahnede darmaduman bir otel odasında, banyoda bir kaplan ve ortalıkta dolanan bir tavuklu uyanan ekip bir önceki geceye dair hiçbir şey hatırlamaz. Ama daha büyük bir problem vardır, Doug ortalıkta yoktur. Bir ağlama sesiyle dolabın içinden bir de bebek bulan 3'lü ipuçlarını değerlendirerek Doug'u aramaya koyulur.


Vale'den kendi arabaları yerine bir polis arabası gelmesi oldukça garip olaylar yaşanmış olduğunun bir göstergesidir. Arabalarını çaldıkları polislerin elinden kurtulmak için gönüllü olarak elektroşok yemeleri, araba parkında buldukları araçlarının bağajından çıplak bir Çinli'nin çıkıp onları levyeyle dövmesi, Stu'nun bir dişinin eksik ve bir striptizci ile evlenmiş olması, kaplanın Mike Tyson'a ait olup adamın hayvanını geri istemesi üzerine koca kaplanı arabaya tıkmaları, çıplak Çinli'nin Doug'un elinde olduğunu ve kendisinden çaldıkları 80 bin doları geri alamazsa onu öldüreceğini söylemesiyle ekibimiz gözünü karartır ve parayı bulmak için Alan'ın kart saydığı bir poker oyununa otururlar.

Bu arada bu hafıza kaybının Alan'ın Jagermeister'larına Estacy sanarak koyduğu rohypnol (tecavüz hapı) yüzünden olduğunu anlarlar. Parayı denkleştiren ekip Doug'u almaya giderker fakat Çinli onlara farklı bir Doug verir. Tam umutsuzluğa düşmüşken kendi arkadaşları Doug'ı çatıda bırakmış olduklarını hatırlayıp otele geri döner ve bitkin ve aşırı bronz arkadaşlarını kurtarırlar. Son bir süratla düğüne yetişen 4'lü mutlu son yaşar. Yaşasın arkadaşlık!!

Zekice göndermelerle dolu, oldukça eğlenceli, Phil sayesinde göz doldurucu, Stu sayesinde gaza getirici, Alan sayesinde komik bir film. Neden olmasın diyorum!

IMDB Puanlaması : 8,0/10
La Santa Roja Puanlaması : 6,5/10

22 Kasım 2009 Pazar

Alacakaranlık Efsanesi : Yeni Ay


Orjinal Ad : The Twilight Saga : New Moon
Yapım : 2009, USA
Yönetmen : Chris Weitz
Süre : 130 dk

Fantastik edebiyatı severim, takip ettiğim seriler vardır, vampir olgusuna Lestat ile aşık olmuştum ama bu seriyi ne okudum ne de bundan sonra okumayı düşünüyorum. Çekmedi ne bileyim, benim için 2 saatimi ayırıp filmini izlemek yeterli geliyor. Bu da yetti netekim.

İlk filme tek bir cümleyle değinelim : İnsan kanına tövbekar bir vampir ailesine mensup Edward, gözleri hep yukarı bakan insan Bella'ya aşık olur ve onu kötü(!) vampirlerden korumaya çalışır. İkinci filmimizi de tek bir cümleye indirgersek; Edward Bella'ya zarar vereceğim diye onu terkeder, Bella depresyona girer, Edward Bella öldü sanınca intihara kalkışır, Bella gider onu kurtarır. Azcık daha uzatalım bakalım...

Bella, Edward'ın ailesiyle doğumgününü kutlarken elini keser. Kan kokusundan aklını yitiren Jasper Bella'ya saldırayazar, Edward bu durumda Bella'yı korumaya kalkarken aile faciasına ramak kalır. Bella'yı koruma içgüdüsü psikopatlık seviyesine ulaşan Edward, "Bu böyle olmayacak" diyerek Bella'ya "Sen bana layık değilsin, seni zaten hiç sevmedim hevesim geçti" der ve onu terkeder. Burada Türk filmlerine telif ödemeleri gerektiğini düşünüyorum zira pek klişe bizim için!


Bella da "Zaten böyle über bir vampir beni neden sevsin ki" diye hemen inanır, aylarca depresif depresif takılır, cam önünde günlerini geçirir. Bu durumdan kurtulmak için Jacob'a yanaşır, birlikte zaman geçirmeye başlarlar. Bella, kendini tehlikeye attığında Edward'ın hayalini gördüğünü farkedip salak salak işlere kalkışır, adrenalin manyağı olur. Kullanılan Jacob da kendini yavaş yavaş Bella'ya kaptırır amma velakin sonra birden bire Bella'ya sittiri çeker. Bella "Anam bu da gitti" telaşına kapılmışken Jacob'ın da aslında bir "monster" olduğunu öğrenir. Bu ne menem bir şehirdir ki herkes ucubedir, Jacob da bildiğin kurt adamdır.

İlk filmden hatırladığımız saç rengine hasta olduğum Victoria hala Bella'nın peşindedir ve sürekli birileri tarafından korunmaya abone Bella bu sefer de Jacob ve sürüsünün korumasına girer. Bu sahnelerde bol bol cıbıl kaslı esmer adam görürüz, gözümüz gönlümüz bayram eder.


Daş vampirimiz Alice, Bella'nın bir uçurumdan atladığını gördüğünde atlar geri gelir, bu esnada Bella'nın aşkından yanan ama onu uzaktan seven Edward da Bella öldü sanıp kendini öldürtmeye karar verir. Kalkar İtalya'daki Volturi denen vampir asilzadesi tiplere "Beni öldürün" der, isteği kabul edilmeyince de kendini ifşa edip idam edilmesini sağlamaya kalkar.


Bella bunu öğrenir, hemmencecik yetişir, "Ben ölmedim yiğidim" der, Edward'ı kurtarır. Volturi Bella'yı çok şey bildiği için öldürmek ister ve fekat Alice, Bella'nın vampire dönüştüğünü gördüğünü söyleyince onları bırakırlar.
Yaratılış icabı vampirleri öldüren kurtgillerden Jacob, Bella'ya kendini dönüştürtmemesi için yalvarır. İki freak arasında kalan Bella, Jacob'a onu seçim yapmaması için zorlamamasını zira zorlarsa Edward'ı seçeceğini söyler. Jacob küser gider. Biz Jacob'la empati kurup haline üzülürüz.
Edwardgiller şehre döner, Bella delinin şeyini bellediği gibi "Ben de vampir olmak istiyorum, ben de ben de!" diye tutturur, aile meclisi OK verir, Edward da Bella'dan kendisine 3 yıl zaman vermesini ister, sonra da kendisinin onu dönüştüreceğine söz verir. Finalde de bir evlilik teklifi alırız.

Efektler iyi değildi, kurtlar feciydi, Edward fazla beyazdı, Alice'in gördüğü imgelemdeki çayırlıkta koşan Edward-Bella görüntüsü rezaletti ama film iyi zaman geçirtti, gitti. Vampirliğin yüz karası olsa da vampir olma isteğimi azalttı mı, no no no!

IMDB Puanlaması : 4,4/10
La Santa Roja Puanlaması : 4/10

20 Ağustos 2009 Perşembe

Görüşme


Orjinal Ad : Interview
Yapım : 2007, USA / Kanada / Hollanda
Yönetmen : Steve Buscemi
Süre : 84 dk

2004 yılında fanatikler tarafından öldürülen yönetmen Theo Van Gogh'a saygı duruşu olarak filmi tekrar çekmek istemiş Steve Buscemi. Televizyonda daha önce birkaç kez rastlasam da izlemek ancak dün mümkün oldu.


Salak televizyon dizilerinin ve teen korku filmlerinin yıldızı, güzel ve seksi Katya ile onunla röportaj yapmak isteyen, eski popülaritesini kaybetmiş bir gazeteci olan Pierre arasında geçiyor film. Tek plan değil, fakat devam eden bir kurgu var. Sıradan bir röportaj beklerken hem Katya'nın histeri krizleri hem de Pierre'in Katya'nın baştan çıkarıcılığına karşı koyamayıp kendini ona kaptırması olayları ilginç yerlere çekiyor. Pierre'e "Baba" deyip yaşıyla dalga geçerken dudaklarına yapışıveriyor Katya mesela, ya da dansederken bir anda kaplan gibi adamın üzerine atlayıp saldırmaya başlıyor. Bir kahkaha krizine giriyor, bir ağlayarak kendini yere atıyor.

Katya gece boyu sürekli telefonda sevgilisiyle konuşurken Pierre'in onun bilgisayarını açıp "günlük"ünü okumasıyla olaylar biraz daha ciddileşiyor. İç dünyasının gözleri önüne serilmesiyle tamamen kayışı koparan Katya, Pierre'in şefkatli yaklaşımına da güvenmeyip bütün olanların röportajda yayınlanacağını düşündüğünü tekrarlayıp duruyor gece boyunca. Pierre ise bütün bunların aralarında kalacağını söyleyip rahatlatıyor Katya'yı.

Kokain, bol miktarda viski, burbon, kahkaha, gözyaşı, aşağılama, ayartma dolu gecenin sonunda Katya en büyük sırrını açıklar Pierre'e; Katya kanserdir. Bunun karşılığında Pierre de kamera kayıttayken kendi büyük sırrını açıklar; karısını bile bile ölüme terketmiş, onu orada öylece bırakıp gitmiştir. Ayrıca uzun süredir uydurma haberler yapıyordur ve editörü de bu yüzden onu böyle "boktan" işlere gönderiyordur.

Bu yorucu gece sonrasında vedalaşırlar, Pierre bunların hiçbirinin yayınlanmayacağına dair bir kez daha söz verir, patronuna işi yarım bırakıp gittiğini anlatacağını söyler. Kapıdan çıkar çıkmaz ise editörünü arayıp elinde Katya'nın günlüğünün bir kopyası olduğunu, kadının kanser olduğunu söylediğini ve bunu hemen yarınki baskıya yetiştirmeleri gerektiğini söyler. Birkaç saniye sonra telefonu tekrar çalar Pierre'in, arayan Katya'dır. Yukarıdaki pencereden Pierre'e bakarken kanser olanın kendisi değil, şu oynadığı dizideki karakter olduğunu, günlüğün bu rol için yaptığı karakter çalışması olduğunu ve itiraf kasedinin kendisinde olduğunu söyler. Telefonu kapatır. Ava giden yine avlanır.


2003 yılında Theo Van Gogh'un çektiği Interview'ın yeniden çevrimi olan filmi, orjinalini izlemediğim için onunla karşılaştıramıyorum. Fakat tek başına ele alındığında dialog filmlerini seven biri olarak beni oldukça tatmin etti diyebilirim. Sienna Miller'ın taşlığı ve Steve Buscemi'nin ilginç mimikleri de artıları.
Bir de Katya'dan öğrendiğim bir bakış : Erkekler neden file çorap ve topuklu ayakkabı sever? Kadın, file çorap yani ağın içinde tutsak olmuştur, aynen bir balık gibi yakalanmıştır. Topuklu ayakkabılar yürümeyi çok zorlaştırır, yani ortada yakalanmış ve yardıma muhtaç bir kadın vardır. Erkekler de buna bayılır. İlginç bir yaklaşım :)

IMDB Puanlaması : 6,9/10
La Santa Roja Puanlaması : 7/10

2 Temmuz 2009 Perşembe

Aşk Uğruna




Orjinal Ad : Pour Elle
Yapım : 2008, Fransa
Yönetmen : Fred Cavayé
Süre : 96 dk

4-5 yıllık evli gibi görünen ama hala birbirine acayip aşık, tutkulu, sevişgen Julien ve Lisa çiftinin hayatı, Lisa'nın tartıştığı patronunun ofis binasının garajında ölü bulunmasıyla kabusa dönüşür. Lisa'nın üzerinde patronun kanının bulunması ile aradıkları suçluyu bulduklarına inanan polisler eve ani bir baskınla kadını tutuklayıp mahkemede 20 yıl hapse mahkum ettirirler.

Sevgi dolu ve karısına aşık bir edebiyat öğretmeni olan Julien, Lisa'nın suçsuzluğunu ispatlamak için avukat yolları aşındırır, yeni kanıtlar arar, yeniden dava açılmasına çalışır çabalar ama sonuç değişmez ve Lisa'nın 20 yıl hapiste yatacağı kesinleşir.


Minicik, sarı pipi Oscar isimli bir çocukları olan ve bebeyi tek başına büyütmeye çalışan Julien, kendi ailesinden de yardım görse de bu işin böyle yürümeyeceğine karar verip karısını hapisten kaçırmaya karar verir. Kaçışı gerçekleştirmek için daha önce 7 kere hapisten kaçıp bununla ilgili bir kitap yazan eski bir hükümlüye danışır. Eski kaçak zor olanın kaçmak değil, daha sonra yakalanmamak olduğunu söyler. Bunun üzerine hazırlıklara başlayan Julien elinde ne var ne yoksa satmaya başlar. Kaçak olarak yaşayacakları hayat için kendine, karısına ve çocuğuna sahte pasaportlar hazırlatır, karısının ailesinden kalan evi satılığa çıkarır. Karısını çıkarmak için kadının şeker hastalığını kullanmaya karar verir, medikal saporları değiştirerek Lisa'nın hastaneye sevk edilmesini sağlayıp bu sevk sırasında karısını alıp kayıplara karışacaktır.

Acele etmesi gerekmektedir, zira umutsuzluğa düşen Lisa bir kere intiharı denemiş fakat başarılı olamamıştır. Fakat planı gerçekleştirmesine çok az bir zaman kala Lisa'nın bu intihar girişimi sonucu başka bir hapishaneye nakledileceğini öğrenirler. Henüz gerekli parayı bulamamış ve evi satamamış olan Julien delirir, Lisa'nın babasının beylik tabancasını alıp bir uyuşturucu satıcısını rehin alır, büyük patrona ulaşmaya çalışır. Artık gözünü karartan Julien büyük patrona ulaşır ulaşmasına, ama bu arada uyuşturucu satıcısının ölümüne neden olur, da büyük patronu öldürür. Paraları alır, çocuğunu da alıp bir otele yerleşir. Ertesi sabah Lisa'nın hastaneye transferi gerçekleşecekken büyük patronun evinin önünde arabasını duvara sürttüğü için polisler Julien'in de izini bulurlar. Lisa hastane odasına getirildiğinde Julien silahıyla birlikte odaya dalar ve Lisa'yı oradan çıkarır. Hiçbir şeyden haberi olmayan Lisa ilk başta dirense de sonra Julien'le birlikte kaçar.

Kalabalığa karışan çiftimiz Julien'in ayarladığı otel odasına geçip bir süre bekler ve daha sonra çocuklarını da alıp en kısa zamanda şehri terk etmeye çalışırlar. Bol bol şansın da yardımıyla kendilerini turistik bir kente atan ailemiz burada yeni kimlikleriyle gizli saklı ve mutlu mesut yaşayacaktır.
Julien'in çöpünde kaçış planlarıyla ilgili dokümanları bulan polisler ise sadece "Bu adam sadece bir Edebiyat öğretmeniymiş ha..." diyebilirler.
Kediyi köşeye sıkıştırınca neler yapabileceğini tahmin edememek böyle birşey.

Sinemaya gidelim deyip daha önce hakkında hiçbir yorum duymadığın bu filme girdiğimde isminden ötürü bir romantik komedi beklerken gerim gerim geren ve heyecan uyandıran böyle bir öyküyle karşılaşmak hoş oldu. Sonuç olarak Fransız filmi olmasına rağmen gayet izlenilebilir bir filmdi diyebiliriz :p Diane Kruger da bonus.

IMDB Puanlaması : 7,3/10
La Santa Roja Puanlaması : 7,1/10

14 Mayıs 2009 Perşembe

X-Men Başlangıç : Wolverine





Orjinal Ad : X-Men Origins : Wolverine
Yapım : 2009, USA
Yönetmen : Gavin Hood
Süre : 107 dk

Filmi değerlendirmeden önce X-Men altyapım hakkında azıcık bilgi vereceğim ki yorumlarımın ayakları yere basar olsun.
Yaş kaç hatırlamasam da uzun bir süre X-Men çizgi filmlerini izledim. Birinci ve ikinci sinema filmini de kaç kere seyrettiğimi hatırlamıyorum, alçak Digitürk yayınlıyor işi gücü olmayan La Santa Roja izliyor durumu. Her zaman için söylemekten utandığım bir konu olan çocuklukta çizgi roman okumamış olmam neticesinde Wolverine'in asıl hikayesini bilmesem de sinemaya birlikte gittiğim arkadaş konu hakkında yeterince donanımlıydı ve ondan kopya aldım, itiraf saati.

Dediğim gibi, orjinal hikayeyi bilmeyen biri olarak benim için bile havada kalan ve eksik yerleri olan bir filmdi X-Men Başlangıç : Wolverine. Hugh'un varlığı bile pek kurtaramamış, o derece vahim. Filme gelirsek...

Xavier'in bile en çok saygı duyduğu mutant olan Wolverine'in tıfıl hallerine tanık olmakla başlıyoruz filme. Bilmeden öz babasını öldüren Logan ve abisi Victor evden kaçıp o savaş senin, bu savaş benim ülkelerine hizmet ederken karşılarına çıkan William Stryker, onları mutantlardan oluşan bir gruba dahil olmaya ikna eder. Böylece ülkelerine çok daha iyi bir şekilde hizmet edebileceklerdir. Bu grupta yer alan mutantlardan spesifik olarak birini - baş harfi Deadpoll- bana verseler derhal yiyebileceğimi araya sıkıştırarak filmimize kaldığımız yerden devam edelim. (Sakin ol La Santa Roja, ayıp aaa) Değişik değişik güçleri olan bu mutantlarla birlikte William Stryker'ın gösterdiği hedeflere saldıran bu güruh, tahmin edilebileceği üzere acayip güçlüdürler. Derken Logan saldırdıkları hedeflerin hiç de düşman olmadığını, ülkesine hizmet ettiğini düşünürken kandırıldığını anlayıp gruptan ayrılır. İki kardeşin yolları da böylece ayrılmış olur.


Yaklaşık 5 yıl sonrasına gittiğimizde Logan'ın bir dağın tepesinde daş gibi bir ilkokul öğretmeniyle yaşayıp evcilik oynayarak ve ormancılık yaparak geçimini sağladığını görürüz. Derken bir gün General Stryker'ın ortaya çıkmasıyla bu rüya sona erer, zira General birinin eski takımdaki herkesi teker teker avladığını söyler. Logan'ın ilk sorduğu "Victor iyi mi?" olur, kardeş yüreği işte. Amma ve lakin zaten herkesi teker teker öldüren kişi Victor'dur ve bu ayı/kaplan/gergedan/cadı karışımı mahluk Logan'ın sevgilisi Kayla'yı da öldürür. Ha bu arada, Logan'a Wolverine adını veren kişinin de Kayla olduğunu öğreniriz, romantik bir hikaye neticesinde. Sevgilisi öldürülen Logan bağırır çağırır aboov delirir ve Victor'u bulur. Victor bizim oğlanı bir güzel pataklar, bunun üzerine Logan da General'den gelen yenilmez olma önerisini kabul ederek çok tehlikeli Weapon X deneyine katılmaya razı olur. Amacı kardeş katili olup Kayla'sının öcünü alabilmektir. Logan'ın iyileşme özelliğinden yararlanarak bütün kemiklerini adamantiyum ile kaplarlar. Çizgi romanda bütün kemiklerin çıkarılıp yerine adamantiyum iskelet yerleştirildiğini söyledi arkadaş, filmde bu biraz fazla kanlı olacağından ve Saw'a kaçmamak için değiştirilmiş olsa gerek. General Logan'ın tüm zihninin silinmesini ve onu bir adaya götürülmesini emredince bizimki deneyden uyanır, bağırır çağırır aboov delirir ve kaçar. Bu arada Logan artık Wolverine ismini kullanmaya başlamıştır, asker künyesine bu adın yazılmasını ister.


General'den kaçarken bir yandan da onun bahsettiği adanın ne ve nerede olduğunu öğrenmeye çalışan Wolverine, eski takım arkadaşlarından Wraight'in gönüllü ve Fred The Blob Dukes'un gönülsüz yardımıyla ada ile ilgili bilgiyi oradan kaçan bir mutant olan Remy LeBeau'dan öğrenebileceğini öğrenir. Bu arada Victor'un da General'le birlikte çalıştığını ve adayı yönettiğini öğrenir ve tam bir darbe yer. Gidip Remy'i bulur ki bu noktada amma gerizekalı bir Remy karakteri çizildiğini söylemeden geçemeyeceğim. Wolverine Victor'la kapışırken hoop zıpçıktı gibi atlıyor zıplıyor tepelerden sopasıylan, adan senle mi uğraşsın ayıdan bozma abisiyle mi?! Kıro! Ayrıca bu kadar karizma, bu kadar yenesi bir kapasitesi olan karakter bu kadar itici yapılabilir, bravo senaristler.


Neyse efenim Remy denen zıpçıktı Wolverine'i adaya ulaştırır, Wolverine bir bakar enee Kayla yaşıyor. Meğerse bu Kayla denen hatunun kardeşi General'in elinde olduğundan o ne derse yapmaktaymış. Hatta Kayla da dokunduğu kişileri etikisi altına alıp istediklerini yaptırabilen bir mutantmış! "Bütün aşkımız yalanmış, beni de mi kendine böyle bağladın" diye dövünen Wolverine Kayla'ya gözleriyle kahpe dedikten sonra çekip gitmeye yeltenir ama Victor'un kızın boğazına sarılmasıyla hop geri dönüp Bırak lan kızı der.

Dövüşürler mövüşürler, ortalığı kırıp dökerler, sonra Wolverine'le Kayla gidip adada tutulan mutantlar bebeleri kurtarırlar ama bu sırada General'in bütün mutantların genlerini kullanarak yaptığı eski Deadpoll, yeni Weapon XI'le karşı karşıya gelirler. Eski günlerdeki gibi iki kardeş sırt sırta verip bu ucubeyi (Sana ucube dediğime inanamıyorum Ryan Reynolds. Özür dilerim, gel öpeyim barışalım) yenerler.

Bu arada veled mutantlar Xavier'in gemisine binerek kaçarlar (Xavier heryerde), Kayla vurulur ve ölür, Victor kaçar, o.ç. General Wolderine'i kafasından adamantiyum kurşunla vurarak hafızasını kaybetmesine neden olur. Filmin sonunda geçmişe dair hiçbir şey hatırlamayan, asabi, sadece adını bilen, adamantiyum kemikli bir adamla kalakalırız.

Yapısı itibariyle iyi zaman geçirten ve eğlendiren bir film olmasına rağmen X-Men hayranlarını pek tatmin ettiğini sanmıyorum, beni bile tatmin etmedikten sonra. Ryan Reynolds, Dominic Monaghan, Will i Am gibi yüzler süpriz sayılabilir belki.

IMDB Puanlaması : 6,9/10
La Santa Roja Puanlaması : 6/10

20 Nisan 2009 Pazartesi

Günışığı Temizleme Şirketi



Orjinal Ad : Sunshine Cleaning
Yapım : 2008, USA
Yönetmen : Christine Jeffs
Süre : 102 dk

Bu sene protesto ettiğim IKSV'ye turumcu'da bulunan fazla bilet sayesinde tek filmle iştirak etmiş bulunuyorum, protestomun "Tavşan dağa küsmüş" durumundan öte olmadığını düşünmeye de başladım bile. Bu seneki programın %40'ı bile bu film ayarındaysa başımı dağlara taşlara vurma vaktidir.

Lisede amigo kızların lideri olan popüler Rose, büyüdüğünde sweet heart'ı Mac'le evlenememiş fakat hala haftanın belirli günleri buluşup işi pişiren, Oscar isimli sorunlu çocuğunu tek başına yetiştirmeye çalışan ve evleri temizleyerek para kazanan bir kadın haline gelmiştir. Tam bir American dreamgirl iken loser'a dönüşü görebileceğimiz Rose, Oscar'ı okulunda bir sürü problem çıkarmasının ardından üstün zekalı çocuklar için özel bir okula göndermeye karar verir. Fakat bunun için paraya ihtiyacı vardır, çook paraya. Karısı öldükten sonra iki küçük kızı Rose ve Nora'yı büyüten babaları Joe'nun parlak(!) fikirleri de işe yaramaz.

Bir polis olan eski sweet heart, laf arasında cinayet, intihar gibi kanlı olaylardan sonra mekanı temizleyen insanlara acayip paralar verildiğini söyler ve Rose hemmen bu işe atlar. Rose'un "sevimli sakar" olarak da nitelendirebileceğimiz, sorumluluk fukarası kızkardeşi Nora ile birlikte çalışmaya başlarlar.

İlk zamanlar tam bir fiyasko olan ikili, temizlik malzemeleri satan dükkanın tek kollu sahibi Winston'un yardım ve yönlendirmeleri sayesinde gerekli eğitimler, sertifikalar, malzemeler arasında temizlik işinden iyi para kazanmaya başlarlar.

Winston ile Rose arasındaki yakınlaşma inkar edilemez duruma gelir, bunun sonucu da Rose hiç kurtulamadığı eski aşkını terk edecek gücü kendisinde bulur.

Lakin Rose'un eski lise arkadaşlarıyla yüzleşmeye karar verdiği bir gün Nora'yı tek başına işe göndermesiyle işler çok fena ters gider ve temizlemek için anlaştıkları ev yanar. Rose Nora'yla kavga eder, "Öldüm bittim yandım" modunda tekrar temizlik işine döner, karşı dağları yakar. Herşey bitmiş gibi görünürken cefakar babamız Joe evini satıp Rose'la tekrar temizlik işine girer, Nora da arabaya atlayıp özgür kız olarak takılmaya başlar.

Filmin olay örgüsü ve işleyişi çok akıcı ve eğlenceli olmakla beraber çat diye bitmesi hafif de olsa bir tatminsizlik yaşatmadı değil. Ana hikayenin yanı sıra süregelen ufak yan hikayecikler leziz. İki kız kardeşin küçük yaşta kaybettikleri annelerine duydukları özlemi, hayranlığı, merakı ve kırgınlığı çok güzel aktarabilmiş. Eğlenceli ve izlenesi bir film diyebilirim.

IMDB Puanlaması : 7,5/10
La Santa Roja Puanlaması : 7,2/10

10 Mart 2009 Salı

Kan Dökülecek




Orjinal Ad : There Will Be Blood
Yapım : 2007, USA
Yönetmen : Paul Thomas Anderson
Süre : 158 dk

MovieMax tanınmış ve nispeten yeni filmleri yayınlamaya devam ediyor fakat tanınmış demek iyi demek değil, bunu da unutmamak lazım. Zira hayatımın en sıkıcı film deneyimlerinden birini yaşattı bana sağolsun.

Arazisinde petrol bulan Daniel Plainview'ın kurnaz yatırımlar sayesinde küçük bir petrol üreticisiyken bir petrol devine dönüşmesini konu alan film o kadar dağınık, o kadar temasızdı ki başından sonuna kadar "Ben ne kaçırıyorum" tedirginliğiyle takip ettim. Boru değil 11 Oscar adaylığı, 2 de ödülü vardı da ben neden kim, ne, neden, nasıl diye kaybolarak izliyordum filmi? Benim cahilliğim diyemeyecek kadar sinema tecrübem ve zevkim var Allah'a şükür...


Oğlu ve aynı zamanda "ortağı" H.W. ile çeşitli yatırımlar yapan ve bizzat kendisi petrol kuyularının kazılmasında çalışan Daniel'a bir gün evlerinin bulunduğu arazide petrol olduğunu söyleyen bir tıfıl gelir. Bu bilgi karşılığında $500 istemektedir. Başka şüphe duyan Daniel, aynı bölgede büyük bir petrol devinin de toprak almaya başladığını duyduğunda tası, toprağı ve oğlunu toplayıp bölgeye gider. Bilgiyi satan elemanın ailesi olan Sunday'lerin arazisine bıldırcın avlama bahanesiyle giren Plainview ailesi, burada yüzeyden çıkan petrolü görür ve araziyi kiralar. Ailenin 2.oğlu ve aynı zamanda kasabanın rahibi Eli Sunday, bu kiralama sırasında petrolden haberi olduğunu söyleyerek pazarlığı kızıştırır. Burada Eli'ın naif bir din adamı olmaktan çok açıkgözlü ve hırslı bir kapitalist olduğunu da farkederiz.

Sunday çiftliğinin yanı sıra çevredeki diğer arazileri de yavaş yavaş ele geçiren Plainview, kısa zamanda çok çılgın bir petrol rezervi bulur fakat bu sırada gerçekleşen bir kaza sonucu oğlu sağır kalır. Oğlunu paketleyip bir okula gönderen Daniel'ı, kardeşi olduğunu söyleyen bir adam ziyaret eder ve onunla çalışmaya başlar. Oğulsuz kalan Daniel, yeni partneri olarak bu sonradan çıkan kardeşi seçer. Fakat bir müddet sonra bu kardeşin bir sahtekar olduğu ortaya çıkar, Daniel bu aldatmayı affetmeyecektir. Bu arada rahip Eli da bölgede petrol çıktığı takdirde kiliseye verilmesi konusunda söz aldığı $5000'ın peşine düşer fakat Daniel'ın gazabına uğrar, aşağılanır ve kovulur. Oğlu ve yalan da olsa kardeşini kaybeden Daniel, iyice kafayı yemiş durumdayken elindeki petrol kaynaklarını satın almaya çalışan petrol devleriyle de takışır. Tren rayları bu petrol devlerinin kontrolünde olduğundan elinde galonlarca petrolle kalakalma tehlikesiyle karşılaşan Daniel, bir petrol boru hattı döşemeye karar verir. Bu hattı yaşlı ve inatçı bir köylünün arazisinden geçirmesi gerekmektedir fakat köylünün şartı Daniel'ın kiliseye katılması ve vaftiz edilmesidir. Bir boru hattı için kiliseye boyun eğen, Eli'ın istediği parayı veren Daniel, dalga geçtiği bu vaftiz sırasında oğlunu kendisinden uzaklaştırmış olmanın suçluluğunu duyar ve H.W.'yu özel bir öğretmen ile yanına aldırır.

H.W. (Bu neyin kısaltması filmde hiçbir yerde geçmiyor, iyi mi) bu terkediş yüzünden babasına kırgındır ve görünen o ki aralarındaki ilişki bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır. Sağır oğlu ve aile şirketiyle yürrü ya kulum takılan Daniel, yıllar içinde artık bir petrol devi olur. Yıllar sonrasına gittiğimizde oğlu kendisinden ayrılıp yeni bir petrol şirketi kurmak istediğini söylediğinde Daniel onun gerçek oğlu olmadığını ve bir sepette bulunmuş bir yetim olduğunu söyleyip kovar ve gene yalnız kalır. Huysuz bir ihtiyara dönüşmüş olan Daniel, Eli'ın ziyaretiyle içinde manyağı tamamen ortaya çıkaracak ve nerden geldiğini anlayamadığım öfke krizi ikisi için de geri dönülemez sonuçlar doğuracaktır.


Sivilceli suratlı Eli ne kadar antipatikse Daniel Plainview da o derece uyuzun önde gideni bir karakter. Bende bu güçlü duyguları oluşturabildiklerine göre oyunculuk başarılı ve Daniel Day-Lewis En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını boşu boşuna almamış. Ama film seçiminde bu kadar titiz davranan oyuncu, böylesine havada kalan, ayakları yere basmayan, tabansız ve temelsiz bir öyküyü neden seçmiş anlayamadım. imdb'de bu kadar yüksek puanı nasıl almış onu hiiiç anlayamadım, bir Dünyayı Kurtaran Adam vakası söz konusu olsa gerek.
Çok uzun, çok sıkıcı!!

IMDB Puanlaması : 8,3/10
La Santa Roja Puanlaması : 5/10