Orjinal Ad : The Cabin in the Woods
Yapım : 2011, USAYönetmen : Drew Goddard
Süre : 95 dk
Öncelikle bu kadar rezil bir filmi adı çevirisine koccaman alkış istiyorum! Dehşet Kapanı nedir Allahasen? Film adı çevirilerini filmi skip ederek izleyen bir grup insanın yaptığına dair teorim gittikçe güçleniyor, daha fenası bu işten para alıyorlar bir de üstüne. Peh!!
The Cabin in the Woods biraz talihsiz biraz da balon bir film aslında. 2009 yılında çekimleri bittiğinde 2010 Şubat'ında gösterime gireceği duyurulsa da daha sonra 3D'ye aktarma gayesiyle 2011 Ocak'ına erteleniyor. Fakat daha sonra yapım şirketi MGM Haziran 2010'da iflasını ilan ettiğinde proje süresiz olarak rafa kaldırılıyor. Neyse ki Nisan 2011'de Lions Gate'e satılan film tekrar vizyon şansı yakalıyor, ki kendilerini en çok Saw serisinin yapım şirketi olarak tanıyoruz. Velhasıl kelam, 2012'de vizyona giriyor sonunda filmimiz.
Senaristler Buffy the Vampire Slayer ve Angel'dan tanıdığımız Joss Whedon ve Drew Goddard; Drew'un aynı zamanda Lost'ta da parmağı var. Bu kadar medyatik ve başarılı bir ikilinin bir araya gelip 'Şu ana kadar yapılmış tüm korku filmlerinin sonunu getirecek olan film'i yapacaklarını duyurmaları beklentileri oldukça yükseltiyor haliyle.
Filmimiz tipik bir teen slasher olarak başlıyor; bir sarışın aptal, bir adaleli sporcu, bir bakire kılıklı, bir kitap kurdu ve bir junkie ormanlık alandaki bir kulübeye tatile giderler; yolda bir benzinciye uğrarlar, adam onlara "Oraya gidenler bir daha dönmedi." minvalinden şeyler söyler, gençlerimiz iplemez ve Allahın unuttuğu dağın ortasındaki kulübeye ulaşırlar. Yalnız aralarda kontrol odası benzeri bir yere bağlanırız ki onların da bu 5 genci izlediklerini gördüğümüzde hikaye biraz farklılaşmaya başlar.
Çat diye açılan bodrum kapısından geçip envai çeşit çerçöpü karıştırmaya başlayan gençlerimizin, kendi musibetlerini seçtiklerinden haberleri yoktur; zira bodrum katındaki her bir eşya bir artifact olup kimbilir hangi zebaniyi uyandıracaktır.
Kontrol Odası, yalnızca ortamı (ev, orman, ay ışığı vb) değil gençlerimizi de manipüle etmeye başladığında heyecan da artmaya başlar, zira tam hah kurtulacaklar derken olayların seyrini değiştirip gene çocukları belaya süren bir düzen söz konusudur. "İyi de bu adamların derdi ne?" sorusu filmin sonlarında ortaya çıkıp şu meşhur açıklayıcı konuşma yapan kötücül karakter Sinead O'Connor'dan gelir; Çok eski Tanrıları memnun etmek için her yıl kurban verilmelidir; bir orospu, bir sporcu, bir akademisyen, bir salak ve bir bakire. Bu kurban verilmezse Tanrıların öfkesi dünyanın sonunu getirecektir, dolayısıyla gençlerimizin ölümü dünyanın kurtulması için gereklidir.
Beklentilerimi çok yükselten bir korku filmi olarak beni o derece tatmin edemese de son zamanlarda izlediğim en ilginç filmlerden biriydi diyebilirim; korku öğelerini filmin %25'inde mevcut tutup iğrençleşmemelerini sevdim zira midemi bulandıran korku filmlerine tepkiliyim. Bu sebeple slasher'cıları da çok memnun etmeyebilir ama herkesi de mutlu edemezsiniz değil mi?
IMDB Puanlaması : 7,3/10
La Santa Roja Puanlaması : 6,7/10














Jason bu konuda daha istikrarlı olup ağaç satan bir organizasyona gönüllü olur, Sophie ise "30 güne 30 dans" isimli bir projeye başlar ama kendisinden film boyunca acınası birkaç gudik hareket dışında bir dans göremeyiz. Bu 1 aylık süreçte başarısızlığıyla iyice bunalan Sophie, gidip tesadüf eseri hayatlarına giren bir adamla yakınlaşır. Olanları Jason'a anlatacağı sırada bunları duymak istemeyen Jason zamanı durdurur fakat diğer yandan zaman devam etseydi neler yaşanacağını da görürüz. Jason sonunda zamanı tekrar başlatabildiğinde ise tarih kediyi almaları gereken günü çoktan geçmiş, Sophie adamın evine taşınmış, hayatları farklı yönlere gitmiştir bile. Bu 1 ayı yaşanmamış sayabilecekler midir ki acaba, ne dersiniz ki?


Filmin başında Stu gayet taş olan Taylandlı müstakbel eşiyle evlenmek için Bangkok'a yakın bir balıkçı kasabasına gider; yanında Phil, Doug, acınarak davet edilen Alan ve kayınbiraderi 16 yaşında, mükemmel olması konusundaki baba baskısından muzdarip harika çocuk Teddy ile. Alan çeteye yabancı biri - Teddy'nin sızmasından çok rahatsız olur ve bunu gerek çocuğun yastığını alıp atarak, gerek yer vermeyerek gayet belli eder. Geçen seferden ders alan Stu, bu sefer bekarlığa veda partisi olmayacağı konusunda çok kararlıyken düğünden 2 gün önce gelinin de ısrarıyla arkadaşlarıyla sahilde birer bira içmeye razı olur. Bir biranın ne zararı olabilir ki?
Ertesi sabah Bangkok'ta bir otel odasına geçeriz. Phil derbeder bir halde uyanır, peşinden saçları kazınmış olan Alan ve küvetin içinde sızmış olan Stu. Problem şudur ki Kenny'nin işaret parmağı odada olmasına rağmen çocuk sırra kadem basmıştır. Kendinden nefret eden kayınpederine ve geline durumu çaktırmamaya çalışarak Teddy'nin peşine düşen Stu ve "kurt çetesi"; bu arada ilk filmden hatırlayacağımız Mr.Chow, Rus uyuşturucu mafyası, Amerikalı bir mafya babası, sessizlik yemini etmiş Budist rahipleri, pipili kadınlar, Rambo filmlerinden fırlamış kılıklı bir dövmeci, sigara bağımlısı çirkin bir maymun ile de uğraşmak zorunda kalır.
Sizlere bir tavsiye; bu filmi ayık izlemeyin yoksa benim yaptığım gibi gülümsemekle yetinirsiniz. Bu serinin olayı kafayı kırıp salak salak gülmek anladığım kadarıyla.





