28 Kasım 2008 Cuma

Tesadüfler

Orjinal Ad : I Heart Huckabees
Yapım : 2004, USA / Almanya
Yönetmen : David O. Russell
Süre : 107 dk

Televizyonda izleyecek birşey bulamadığımız sıkıntılı bir haftaiçi günü, DVD kapağından bir romantik komedi havası sezilen filmimizi takıp izlemeye başladık. İzleyiciler hakkında bir önbilgi vereyim. İki adet İşletme eğitimi almış, zevzek, felsefeden hazzetmeyen, uykulu ve yorgun hatun. Bir kanepe. Yarın ekmek içine yapılmış sosisli ve Rus salatalı sandviçin yanında kola.
Düşündüğümüz gibi "romantik" bir komedi çıkmadı karşımıza, daha çok (çok afedersiniz) beyin miken dialogların saldırısı diyebiliriz. Varoluşçu bir komediymiş kendisi. O ne demekse?


Filmimiz Albert Markovski'nin zenci sırık gibi bir çocukla 3 kere karşılaşması üzerine "Benim tesadüfümün olayı nedir?" düşüncesiyle Varoluşçu dedektifler Bernard ve Vivian'a başvurmasıyla başlıyor. Evde, işte, banyoda, kısaca hayatının her anında izlenmeye başlayan Albert'in canını bir süre sonra bu takip canını sıkmaya başlıyor.

Bu sırada kurucusu olduğu ve geliştirdiği "Açık Alanlar Koalisyonu"ndan atılıp başkanlığı Jude Law'ın canlandırdığı Brad'e kaptırıyor. Brad'in amacı koalisyonu, Huckabees isimli şirkete girebilmek için kendi yararına kullanmak. Albert'in işlerini bozmak için Varoluşçu dedektiflerle de çalışmaya başlayan Brad, kız arkadaşı Dawn'ın kendini bu akıma fazlaca kaptırmasıyla "Allahım ne yaptım been??!!" moduna girmeye başlar.


Ahanda bu sırada hayatın anlamı, iyi-kötü-çirkin kavramı, acı, gerçeklik kavramlarıyla kafayı bozmuş olan Albert, bir başka üşütük arayışçı olan Tommy ile tanışır. İkili, Varoluşçu dedektiflerin rakibi olan Fransız Caterine'in öğretilerini takip etmeye başlarlar. Bu arayışlarında Caterine onlara bekledikleri rehberliği yapabilecek midir?
Valla benim aklımda kalan birkaç sahne var ki birbirinden korkunç. Birincisi memeleri olan ve Albert'i emziren bir Brad. İkincisi çamurların içinde yuvarlanan bir Caterine. Üçüncüsü de Amish kıyafetleri içindeki Dawn.
Bana pek hitab eden bir film olduğunu söylemeyeceğim. Sevgilisi Felsefe bölümünde okuyan bir hatun için fazla yüzeysel de olabilirim, bilemiyorum.

IMDB Puanlaması : 6,9/10
La Santa Roja Puanlaması : 5/10

16 Kasım 2008 Pazar

Seks ve Ölüm

Orjinal Ad : Sex and Death 101
Yapım : 2008, USA
Yönetmen : Daniel Waters
Süre : 100 dk

Garanti Komedi Filmleri Festivali kapsamında ilk durağımız Seks ve Ölüm. Biletlerin 6 YTL olduğunu ve Bonus kartınızı gösterdiğinizde %50 indirimli satın aldığınızı hatırlatırsam filmlerden beklentimin ne ölçüde olduğunu anlayabilirsiniz sanırım. Ama beni şaşırtan bir film oldu Seks ve Ölüm.
Roderick Blank bir gün içinde 101 adet kadın isminin olduğu bir liste alır e-mail ile. İlk bakışta ne olduğunu anlayamasa da farkeder ki listenin ilk 29 kadını o zamana kadar birlikte olduğu kadınların isimlerinden oluşmaktadır. Herşeyin cevabını bilen Machine bilinmeyen bir sebepten bazı kimselere bu tarz garip e-mailler göndermiştir. Evlilik arefesindeki Roderick, bir kaza(!) sonucu birlikte olduğu kadının adını listede 30. olarak gördüğünde listedeki diğer kadınların bundan sonra yatacağı isimler olduğunu anlar. Adamımız listedeki bir sonraki ismin bir orta sayfa güzeline ait olduğunu farkedince bu işten keyif almaya başlar.

Lakin listede yazdığı için mi bu kadınlarla seviştiği, seviştiği için mi listede olduğu sorunuyla karşı karşıya kalınca kaderine karşı çıkmayı dener. Bunun için ölü bir kadınla yatmayı bile düşünecektir yani, o derece. Karşılaştığı kadınların adı listede yoksa onları başından savmaya başlar, listede ismi olan kişileri ise bulduğunda sorgusuz sualsiz yatağa atmaya. Kontrolü tamamen bu listeye bırakıp yaşamaya devam etmektedir, buna yaşamak denirse...

Bu sırada erkekleri baştan çıkarıp bir tozla uyutan bir kadın seri katil türer, fakat adamların bu uykudan uyanıp uyanmayacağı meçhuldür. Seri katilimizin asıl kimliğinin ortaya çıkmasından sonra Roderick listesindeki son kadının o olduğunu görür. Bu işten nasıl sıyrılacaktır acep?

Oldukça keyifli bir seyirdi diyebilirim. Filmin artıları ise Winona Ryder ve Simon Baker. Ayrıca Scrubs'ın manyak hademesi Neil Flynn'i normal bir insan rolünde izlemek de ilginçti :)

IMDB Puanlaması : 6,3/10
La Santa Roja Puanlaması : 7,1/10

3 Kasım 2008 Pazartesi

21

Orjinal Ad : 21
Yapım : 2008, USA
Yönetmen : Robert Luketic
Süre : 123 dk

21, diğer adıyla Blackjack, şansımın asla yaver gitmediği oyunlardan biri. Bunda, 21'i anca facebook uygulamalarında oynamış biri olmamın da etkisi büyüktür elbet. Pokere bayılırım, iyi de oynarım hani, efendim bataktır, kingdir elimden geldiğince oynarım, ama bu 21'de şansım bir türlü yanaşmadı bana. Sebebi olayın şansta bitmemesiymiş.
Cnbc-e dizilerinden, eski kumarhane filmlerinden filan "kart sayma" diye birşeyi hepimiz duymuşuzdur. İllegal olmamakla birlikte, kameralara kart sayarken yakalanırsanız dişleriniz elinize verilip Vegas'a bir daha dönememek üzere kapı dışarı edilirdiniz bu filmlerde, dizilerde. Filmimiz 21'deki hikaye de bu temel üzerine kurulmuş.

Başrollerden birinde 21 yaşında bir nerd olan Ben var. Ben, klasik bir loser'da olması gereken tüm özellikleri taşımasına rağmen (Derslerde üstün başarı, MIT'de 4,00 not ortalaması, diğer nerd arkadaşlarıyla bir seneden uzun süredir üzerinde çalıştıkları robot projesi, sınıflarda hocalarının dikkatini çeken parlak zekası, hımbıl yürüyüşü, hoşlandığı hatunla konuşamaması vb.) tipik bir nerde yakışmayacak şekilde yakışıklı. Ben beğendim Allah için. Zaten hem nerd hem de tipsiz olsaydı karakterin filmin ilerleyen sahnelerinde yaşayacağı değişime uymazdı.
Neyse efendim, bu Ben kardeşimiz nerd nerd yaşarken olasılıkla ilgili bir derste profesörü Micky Rosa'nın (ki kendisini Kevin Spacey canlandırmakta) dikkatini celbeder. Bu ilginç profesör, zehir öğrencilerinden oluşturduğu 5 kişilik bir gruba kart saymayı öğretip Vegas'ta paraya para dememe planlarındadır. Gruptan 1 kişinin ayrılmasıyla, ki bu kişi de Google'da iş bulup ayrılmıştır ve aradaki dialoglardan Google'da çalışmanın Vegas'ta voleyi vurmaktan bile karlı olduğunu duyarız - Ahh ahh!-, profesör bu boşluğu Ben'in doldurmasını ister.


İlk başta bu teklife direnen Ben, saatine $8 aldığı giysi mağazasındaki işine ve MIT'deki eğitim hayatına devam etmeye niyetlidir. Fekat Harvard Tıp'a girmek en büyük hayalidir ve bunun çin de $300,000'a ihtiyacı vardır. (Çüüşş ebeninki) Bunun için Robinson bursuna başvursa da değerlendirmeyi yapan adam Ben'e, CV'sinin çok etkileyici olduğunu fakat aynı etkileyicilikte CV'lere sahip olan 76 aday daha bulunduğunu ve Ben'in kendisini heyecanlandıracak birşeyler yapmış olması gerektiğini, bursu ancak bu şekilde alacağını söyler. Hayatı kitaplar ve bilgisayarlar arasında geçen Ben'in elbette ki heyecan verici bir hikayesi yoktur, bu yüzden son şans olarak profesörün takımına katılır.

Her fırsatta Harvard için gereken $300,000 toplayınca bu işi bırakacağını söylemektedir. Profesörün takımındaki diğer 5 öğrenciyle birlikte oldukça profesyonel bir takım oluştururlar; kimisi masalarda oyunun gidişatını kontrol edip uygun el oluştuğunda birtakım şifrelerle büyük oyuncuyu masaya çağırırken kimisi ne zaman uzaklaşılması gerektiğini takip eder. Bilin bakalım büyük oyuncu kimdir? :)


Profesörün filmin başlarında Ben'e söylediği bir cümle, aslında olayın ana fikrini de özetliyor. "Biz burada hesap yapıyoruz, kumar oynamıyoruz. Asla duygularına yenilme, asla kumar oynama." Peki bu sözü söylerken kazanmanın çekiciliğinin ve paranın insana kazandırdığı aşırı kendine güvenin ne problemler yaratacağının farkında mıydı? Şüphesiz...

Ben kendimi bildiğim için kollu makinelerin dahi yanına yaklaşmam. Kumar benim sonumu getirebilecek az sayıdaki şeyden biridir, biliyorum. Kazandıkça hırslanan, kaybettikçe daha da hırslanan, haydan gelen huya gider mantığıyla asla artıya geçemeyen biriyim. Anca bulaşık yıkamasına ya da salata yapmasına oynayabilirim. Kişinin kendini bilmesi iyidir. Keşke bu arkadaşlar da bilselermiş kendilerini :p
Temposu düşmeyen, eğlenceli ve süprizli bir film. Ters köşeye yatırmalardan pek haz etmesem de bu o kadar da ters bir köşe değil. Kart sayma işinin mantığını hala anlayamamış olmam da benim bu işlerden uzak durmamı söyleyen bir işaret olsa gerek. Yoksa ne eksiğim var benim Ben'den!

IMDB Puanlaması : 6,8/10
La Santa Roja Puanlaması : 7/10

Oda 6

Orjinal Ad : Room 6
Yapım : 2006, USA
Yönetmen : Michael Hurst
Süre : 94 dk

Ev arkadaşım Melo'nun korku filmi izleme talebi doğrultusunda D&R'dan 2,99 YTL'ye alınan filmimizi izlemeye başladık. Filmin 25-30. dakikalarında Melo uyuyarak kurtuldu, bense başladığım filmi bitirme azmim yüzünden yaklaşık 1 saat daha bu işkenceye maruz kaldım.


Bir kere oyunculuk diye bir olgu yok filmde. Ne kurbana, ne kötü adamlara inanabiliyorsunuz. Senaryo akıllara ziyan, mantık hatası bile diyemiyorum zira mantık yok. Karnına sırık giren hayalet kahkalarla gülerken aynı hayalet kalorifer borusundan çıkan buharla yanıyor bitiyor çığlık çığlığa eriyor vs. Arkasından hayaletler kovalayan başrol kızımız "Ayh, saçlarım bozulmasın." diyerek bir sağa bir sola savura savura sekiyor. Bir dakika önce damardan aldığı ilaç yüzünden parmağını oynatamayan adam bir dakika sonra hopidik hopidik sekiyor. "Herşey geçecek" diye teselli veren amcanın bir sonraki sözü "Göğüslerini okşamak, içinde olmak istiyorum" oluyor da Nooluyoo oluum diye kalıyorsunuz. Falan filan...

Azıcık da hikayeden bahsedeyim de bitsin bu rezillik. Başroldeki Amy ve sevgilisi Lucas, bir trafik kazası geçiriyorlar. Derhal olay yerine gelen ambulans, bacağı kırılan Lucas'ı alıp gidiyor, Amy'ye ise ambulansa binmenin yasak olduğunu ve peşlerinden başka bir araçla gelmesini söylüyorlar. Amy en yakın hastaneye gidip sevgilisini arıyor ama ortada Lucas filan yok. Daha sonra ise kazaya karışan ve kızkardeşi de başka bir ambulansla alınıp götürülen Nick'le beraber çevredeki bütün hastaneleri arasalar da ne Lucas'ı, ne de Nick'in kız kardeşini bulamıyorlar.
Amy'nin okulundaki sarı saçlı, melek yüzlü fekat içine şeytan kaçmış Melissa örtmenini çağırıyor ve Lucas'ı bulması için Saint Rosemary's Hospital'a gitmesi gerektiğini söylüyor. Nick'le birlikte bu izin peşine düşen Amy, söz konusu hastanenin 70 küsür yıl önce yandığını öğreniyor. Hikayelere göre burada öyyle kötü şeyler olmuşmuş ki doktor, hemşire ve hasta bakıcılar yangını bizzat çıkarmışlar ve bu kötülüğün son bulması için kendi kendilerini yakmışlar. Bu hastaneye gitmek için Amy'nin korkularını yenmesi lazımmışmış da, Amy hastanelerden çok korkuyormuş da, bunun nedenini birileriyle paylaşmalıymış da, Nick'siz hayat bir hiçmiş te, Amy de onlardan biriymiş de bla bla bla. Allahım sana geliyorum...
Korkunç bir filmdi, ama iyi anlamda değil :p

IMDB Puanlaması : 4,2/10
La Santa Roja Puanlaması : 1,5/10