2 Kasım 2010 Salı

Zorlu Görev

Yapım : 2010, USA
Yönetmen : Nicholas Stoller
Süre : 109 dk

Beni uzun zamandır gülmediğim kadar çok güldüren bir film bu. Kankalık müessesini kullanarak aklınıza gelebilecek neredeyse herkesin (Lars Ulrich'ten Pink'e, Christina Aguilera'dan Pharrel'e) ufak tefek göründüğü filmde
Forgetting Sarah Marshall'dan hatırladığımız Russell Brand (Aldous Snow) başrolde.


Bir zamanlar harküleyt bir Rock star olan yaramaz çocuk Aldous Snow, batmaktan kurtulmaya çalışan bir plak şirketinin patlama konseri için aday olarak düşünülür. Yalnız problem şudur ki Aldous'un o eski halinden eser kalmamış ve korkunç sikko olan yaptığı son albümü yüzünden tepetaplak olmuştur. Alkol, uyuşturucu, seks, Geoffrey
... Hasta ruhlu ama işini iyi bilen plak şirketi patronu P.Diddy, şişko ve sevimli Aldous fanı çalışanı Aaron'u İngiltere'ye gidip rock starımızı birkaç gün sonra Greek Theatre'de yapılacak olan konsere yetiştirmekle görevlendirir.


İngiltere'ye giden Aaron; Greek Threatre'ye dönen yol boyunca sayısız kere kusacak, anüsünde uyuşturucu taşıyacak, Geoffrey ile tanışacak, kalbine adrenalin iğnesi yiyecek, kürklü duvar (furry wall) ile sakinleşecek, tecavüze uğrayacak, başarısız bir treesome'a girişecek, telefonu saçma sapan yerlerde kendiliğinden açılacak ve patronundan çığlık atarak kaçacaktır.

Daha fazla spoiler verirsem yazık olur. Bulun, izleyin, gülün, bana dua edin.

IMDB Puanlaması : 6,8/10
La Santa Roja Puanlaması : 7,1/10

7 Mart 2010 Pazar

Dondurulmuş Ruhlar


Orjinal Ad : Cold Souls
Yapım : 2009, USA/Fransa
Yönetmen : Sophie Barthes
Süre : 101 dk

Absürd bir filmle karşınızdayım, absürd olduğu kadar da eğlenceli ama dramatik. Festival filmlerinden olan Dondurulmuş Ruhlar, "Oha bu nasıl bir kafadır, ben de istiyorum" diyeceğiniz çıkış noktasıyla vadettiklerini sunuyor.

Paul Giamatti canlandırdığı karakterlerin ağırlığı altında ezilerek bir varoluş krizi yaşayan New York'lu bir oyuncudur. Oyunculukta karşılaştığı role girememe sıkıntısı yüzünden bir makalede okuduğu ruh depolamayı denemek için bir merkeze başvurur, burada yapılan şey ruhun bedenden ayrılarak bir yerde depolanmasıdır. Ruhsuz kalan insanların vicdan, toplumsal değerler ve bilimum insan üzerinde ağırlık yaratan olgudan kurtulmasını vadeden bu uygulamayı deneyen Paul, sonunda insanı insan yapan bütün özelliklerini kaybettiği için ruhunu geri "yükletmek" için başvurur. Fakat ruhu, bir aktörün ruhunu kendisine yükletmek isteyen Rus mafya liderinin karısı için çalınmıştır. Ruhu bulunana kadar Rus bir şairin ruhunu kendisine yüklettiren Paul, bu ruhun ağırlığı altında ezilmeye başlar. Bunun üzerine ruhları Rusya'dan kaçak yollarla Amerika'ya getiren, Paul'un de ruhunu çalan Nina ile birlikte Rusya'ya giderler. Burada türlü depdebeden sonra ruhunu yeri almayı başaran Paul, ülkesine geri döner.

Fantastik senaryosuyla eğlenceli bir seyir sunan Dondurulmuş Ruhlar, birbirine benzer filmlerden sıkılıp farklı birşeyler arayanlar için oldukça tatmin edici. Hem de bir ilk film!

IMDB Puanlaması : 6,7/10
La Santa Roja Puanlaması : 7,0/10

El Yordamıyla


Orjinal Ad : Easier with Practice
Yapım : 2009, USA
Yönetmen : Kyle Patrick Alvarez
Süre : 100 dk

Festival filmlerinden biri daha; El Yordamıyla. Konu telefon seksi diye açıklanmış, gerçek bir öyküden uyarlanmış olması da ilgimi çekmişti. Konu seks olunca elbet ki dikkat celbediliyor :)

Kendi çapında bir yazar olan ve kardeşiyle birlite kitabının tanıtımı için arabayla gezen Davy Mitchell, kaldığı bir motelde esrarengiz bir kadından bir telefon alır, kadın Davy'e telefon seksi önerir. İlk başta kendisini kardeşinin işlettiğini düşünen Davy, sonunda kadına teslim olur ve loser olarak geçirdiği hayatta belki de en tatmin edici seksi yaşar. Cep telefonunu telefondaki kadın olan Nicole'a veren Davy, daha sonra düzenli olarak Nicole ile konuşmaya ve telefon seksi yapmaya başlar. Duygusal Davy, tek düşündüğü seks olan Nicole'a karşı hayatını anlatır telefonda, Nicole ile dertleşir. Zaman içinde Nicole'a kendini iyice kaptıran Davy onunla görüşmek ister fakat Nicole buna yanaşmaz. Bu arada Davy'nin diğer kadınlarla görüşmesi konusunda da arıza çıkaran Nicole ile Davy sonunda ipleri koparma noktasına gelir. Bu arada Davy, daha önce de birşeyler yaşadığı bir kadınla tekrar görüşmeye başlar, fakat iş sekse gelince adamımız su koyvermekte ve ortamdan kaçmaktadır. Bu noktada Davy'nin gay olduğunu düşündüm. Büyük bir kavgadan sonra Nicole bir daha aramaz Davy'i, adamımız kafayı yer çünkü Nicole telefon numarasını vermemiştir ve sadece kendisi istediği zaman ulaşılabilir durumdadır. Birkaç ay sonra Nicole tekrar telefon ettiğinde görüşmeyi kabul eder Davy ile. Beklenen gün geldiğinde Nicole eker Davy'i, bir sonraki gün buluşmak üzere anlaşırlar. Ertesi gün buluşma noktasına gittiğinde ise Davy'i bir süpriz beklemektedir, şuh sesli kadın Nicole aslında yalnızlıktan muzdarip genç bir zenci adamdır ve kadın sesini taklit ederek yalnızlığına çare aramaktadır. Duygusal bir sekanstan sonra birbirlerine sarılıp ayrılırlar,Davy bu noktada adamla birlikte gidip gitmemek konusunda tereddütte kalır, sonunda arabasına binip gider.
Eşcinsel temasının zamanında bokunu çıkaran !f, bu sefer de beni tongaya bastırarak beklemediğim şekilde bir eşcinsel filmini izletti. Onlarla bir alıp veremediğim yok ama konu ne olursa olsun abartmak bende azcık alerji yapıyor n'apalım. Ağır tempolu filmin sonundaki süprizi biraz hareket getirse de çok da tavsiye ettiğim bir film olamadı maalesef.

IMDB Puanlaması : 6,6/10
La Santa Roja Puanlaması : 5,0/10

Metropia



Orjinal Ad :
Metropia
Yapım : 2009, İsveç / Danimarka / Norveç / Finlandiya
Yönetmen : Tarik Saleh
Süre : 86 dk

Bu seneki !f İstanbul, geçen seneki festivallere göre daha çok beğenimi kazansa da, sevgili patronumun hesapta olmayan bir toplantı yüzünden yurtdışındaki gün sayımı uzatması sebebiyle aldığım biletleri açığa aldırmak zorunda kalıp ancak 4 filmi izleyebildim. Kendisine işbu sebeple buradan sevgilerimi gönderiyorum. O 4'ten ilki olan Metropia, distopyasever bir birey olarak karanlık atmosferi ile beni fragmanıyla meraklandırmayı başarmıştı zaten. Merak kediyi öldürebilir ama sinefiller için yararlı bir dürtü bence.

Çok uzak olmayan bir gelecekteki Avrupa'da geçen Metropia'da, kahramanımız Roger bütün kentleri birbirine bağlayan metro sistemindeki isimlendiremediği birşeyden rahatsız olduğu için yasak olduğu halde işe bisikletle gidip gelmekte. Haritaya baktığımızda İstanbul'u da diğer şehirlere bağlayan bu güzergah yeni dünyanın sınırlarını ortadan kaldırdığı gibi heryerde İngilizce konuşulduğu için koca Avrupa bir ülke haline gelmiş durumda. Roger kafasının içinde sesler duymaya başladığında paranoyası had safhaya ulaşır. Hayallerinin kadını, kepek şampuanı kutusunda resmi bulunan Nina'yı bir gün metroda görüp takip etmeye başladığında metro ile ilgili kendisini rahatsız eden şeyleri de öğrenmeye başlar. Herkesin kullandığı bu şampuan sayesinde insanların zihinlerine girilip hareketleri kontrol ediliyordur. Şehrin altındaki sistemde dolaşan bu şampuan, çok daha büyük bir planın parçası olduğu gibi Roger da insanları izleme sistemindeki bir denekten başka birşey değildir. Roger'a çok benzeyen ve onu izlemekle görevli olan teknisyen, Roger'ı içinde bulunduğu tehlikeden korumak ve kurtarmak istese de sonunda başı yanan kendisi olur. Nina, Roger'dan bu sistemi çökertmek için yardım ister fakat kendisi şirket sahibinin kızıdır ve asıl amacı babasını ortadan kaldırıp başa geçmekten başka birşey değildir. Maalesef Roger bunu herşeyin sonunda öğrenir, sistemin başındaki adamı ortadan kaldırmayı başarsa da yerine Nina geçtiği için hiçbir şey değişmez. Roger en sonunda kendi hayatına döner ama bu bile yaşadığı olaylardan sonra kendisi için bir zafer olur.

Gerçek fotoğraflar kullanılarak yaratılan oldukça ilginç bir animasyon olan Metropia, Vincent Gallo ile Juliette Lewis'i de seslendirme kadrosuna alarak bu açıdan da ilgi çekiyor. İzlerken aklıma sürekli 1984'ü çağrıştıran öyküsü, bu konuya çok farklı bir bakış açısı getiremese de izlemesi oldukça keyifliydi.

IMDB Puanlaması : 6,2/10
La Santa Roja Puanlaması : 6/10

6 Şubat 2010 Cumartesi

Zombieland



Orjinal Ad : Zombieland
Yapım : 2009, USA
Yönetmen : Ruben Fleischer
Süre : 88 dk

Korku ve gerilim filmlerini severim, komedileri de severim, bu iki türü bir arada harmanlayanları da sarar sarmalarım. Zombieland işte tam olarak buydu, üzerinde aksiyon sosuyla beraber. Zombi komedisi denilince aklıma hala ilk olarak Shaun of the Dead geliyor ve onun yeri ayrı fakat bu film de ikinciliğe güzelce oturdu.

Filmimiz daha sonra Columbus ismiyle tanıyacağımız veledin zombilerle dolu bir dünyada hayatta kalmak için uyguladığı kurallarla başlıyor. Bu kurallardan uzun bir süredir veledin bu mahlukatlarla uğraştığını anlayabiliyoruz. Fakat bu filmin zombilerinin klasik zombilerden farklı öyle "Hööö uaaa" diyerek 10 m/saat hızla değil, koşarak ilerlemesi. Şimdi gel de kurallara bağlı kalma.

Evine ulaşmaya çalışan Columbus yolda adamımız Woody Harelson a.k.a. Tallahassee ile karşılaşır ve yola birlikte devam etmeye başlarlar. Tallahassee yakınlık kurmamak adına gitmek istedikleri yeri isim olarak seçer, çocuğumuzun adı böylece Columbus olur. Yolda ilerlerken zombiler tarafınan ısırılmış bir kız çocuğu ve ablasıyla karşılaşırlar, fakat sonunda bu ikilinin elemanlarımızın araba ve silahlarını almak için numara yaptıkları ortaya çıkar. Silahsız ve arabasız kalan kahramanlarımız bu sefer daha canavar bir araç bulurlar ki arka koltuk cephane doludur. Derken iki hatunun oyununa bir kere daha düşerek ellerindekileri tekrar kaptırırlar ki ne durumda olursa olsunlar kadınların erkekleri her daim kandırabileceklerini gözümüze sokar yönetmen. Ama kızlar da o kadar öküz değildir elbet, elemanları arabalarına alıp yola birlikte devam ederler. Wichita ismini gayet hakeden filmimizin daş kadını ile sivilceli evlat Columbus arasında bir yakınlaşma peydah olur elbet. Bu arada filmimize Bill Murray konuk olur ki bildiğin pok yoluna gider. "Yardıma muhtaç kadınlar" ekolünü de filmin sonunda bir lunapark sekansı ile sergiledikten ve bol bol zombi öldürüldükten sonra finalde ekibimiz bilinmeyene doğru birlikte yola çıkar.

Hiçbir şey için değilse bile Woody Harelson'un kafesin içindeki zombi kıyımı sahnesi için izlenmesi gereken son derece eğlenceli bir filmdi. Kalabalıkla izleyip bol bol gülünmesi tavsiye edilir.

IMDB Puanlaması : 7,9/10
La Santa Roja Puanlaması : 7,5/10

4 Ocak 2010 Pazartesi

Yahşi Batı



Orjinal Ad : Yahşi Batı
Yapım : 2009, Türkiye
Yönetmen : Ömer Faruk SorakSüre : 119 dk

1 Ocak gecesi için yapılacak en güzel aktivite sinemaya gitmek olsa gerek. Zaten günün yarısı uyuyarak geçirilmiş, kafa bir önceki geceden 1500'lerden 300'e filan anca düşmüş, vücut yorgun ve bitkin ama beyin harıl harıl çalışmakta. Avatar mı Yahşi Batı mı hangisine gittiğimizi bilemeden gittim sinemaya ama o kadarcık da olur.


Hikayemiz bir zengini kafalamak için kumpas kurmuş 3 zibidinin görüntüsüyle başlıyor. Zengin amcaya kaktırmaya çalıştıkları şey bir çift deri çizme. Nedir bu çizmenin hikayesi diyor kalantor amca, başlıyor bizimki anlatmaya...
1881 yılındayız. Osmanlı Padişahı Amerika diye bir devlet palazlanmış, şunlara Osmanlı'ya yakışır bir hediye göndereyim der ve kafam kadar bir elmas kolyeyi Amerikan Başkanı'na götürülmek üzere Aziz Efendi ve Lemi Bey'e emanet eder.

Yolluk olarak da $1000 alan ikili zor yolları aşarak Amerika kıtasına ulaşır.
Posta arabasındaki klasik yolculuk sırasında elmas kolyeyi klasik bir soygunda çaldıran ikili, $1000 yolluklarını da Kızılderililere kaptırır. Aç, açık, yalın ayak başı kabak kalan ikili önce gemileri yakar sonra da bir silah alacak parayı kazanabilmek için marifetlerini sergilemeye başlar.

Bu arada Hacıvat-Karagöz oynatırlar, macun satarlar, kolayı icat edip şerbet niyetine satarlar, sonunda sahte Wanted ilanlarıyla birbirlerini ele verip parayı toparlarlar. Bu esnada hayatlarına Suzan Van Dyke da katılır, birlikte devam ederler yollarına.


Lemi Galip Bey'i azılı katil Johnny Lesh kılığına sokmuşken manyak Şerif Lloyd'a tes
lim etmeye niyetlenirler fakat Şerif Johnny Lesh'i Kızılderilileri yok etmek için kullanmak ister.

Böylece Kızılderili kabilesiyle tanışırlar, elmas kolyeye sahip olduğunu düşündükleri Şef Kızılkayalar, Suzan'ın babası çıkar, kolyeyi de kumarda Şerif'e kaptırmıştır. Bu arada Suzan ve Aziz Bey mercimeği fırına verir.

Şerif'in elinden kolyeyi almak için üfürükten bir yağlı güreş müsabakası düzenleyip birincilik ödülü olarak elmas kolyeyi duyuran ikiliden Aziz Efendi, bu müsabakaya katılır ve sonunda kolyeyi ele geçirirler. Binbir zorlukla kolyeyi Amerikan Başkanı Garfield'a ulaştıran ikili, karşı hediye olarak işte bu çizmeyi alabilmiştir. Mutlu son.

Klasik bir Cem Yılmaz filminden insanların beklentileri nedir bilmiyorum ama benimkileri büyük ölçüde karşılayan bir film idi Yahşi Batı. Bazı espriler (Örnek. Chuck!) sinir bozma yoluyla güldürse de sonuçta güldük işte yahu! Gmall 16 YeTaLe imiş bu arada, bakın işte o azcık koydu :p

IMDB Puanlaması : 7,9/10
La Santa Roja Puanlaması : 6,4/10