16 Ekim 2008 Perşembe

Daima Mutlu

Orjinal Ad : Happy Go Lucky
Yapım : 2008, UK
Yönetmen : Mike Leigh
Süre : 118 dk

Filmekimi'nin son filmi, kapanışı sırıtan bir suratla yaptırdı. Daima Mutlu, bana biraz klasik Şaban filmlerini de anımsatsa da dialogları farklılığı yaratıyor. Yine de başroldeki Sally Hawkins'in garip kıkırtısından sonra gelen iç çekişi bana Kemal Sunal'ın klasikleşen gülüşünü de hatırlatmadı değil.


Filmimizin kahramanı Poppy, herşeyle dalga geçen ve keyfini hiçbir şeyin bozamayacağı bir ilkokul öğretmeni rolünde. Hatta o kadar da zevzek ki kendisinin bir yerde söylediği "Ben de bu kadar çocuğu bana emanet ettiklerine inanamıyorum." cümlesi tam cuk oturuyor sizin düşüncelerinize.
10 yıllık ev arkadaşı Zoe de bir ilkokul öğretmeni. Birlikte Afrika ve Güneydoğu Asya'daki birçok ülkeyi gezip öğretmenlik yapmışlar, bu da ilişkilerini çok güçlendirmiş. Hatta Zoe, Poppy'e öz kardeşi Suzy'den bile yakın geldi bana. Filmi izlemiş veya izleyecek olanların bu kardeş Suzy'nin yürüyüşünün ve konuşurken çenesinde oluşan kırışıkların iğrençliğine dikkatini çekmek isterim.

Poppy'nin bisikleti çalınınca ehliyet almaya karar veriyor ve bunun için bir direksiyon eğitmeniyle anlaşıyor. Direksiyon eğitmeni Scott'ı canlandıran Eddie Marsan, ilk görüşte bana klasik tüküre tüküre küfreden öfke problemli Liverpool holiganını hatırlattı. Filmde de oldukça problemli bir adamı canlandırıyor; bir kere temizlik manyağı ve takıntılı. Ayrıca kendisine dokundurmayanlardan. (Don't touch me!!) İnsanların çok kaba olduğunu düşünüyor ve öfke problemi var. Ha, bir de bence deli. Dikiz aynası ve yan aynaların oluşturduğu üçgeni mistik birşeye benzetiyor (Adını unuttum.) ve üçgenin tepe noktasını oluşturan dikiz aynasına Enraha adını vermiş. Arabada bulundukları her 1 dakika başına 8 kere Enraha dediğini duyabiliyorsunuz. Ama bu sizi sinir etmek yerine vurgusu yüzünden kıkır kıkır güldürüyor, en azından bende böyle oldu.


Başlarda birbirleriyle pek anlaşamaz bu ikili, aslında durum tam olarak Poppy'nin Scott'la eğlenmesi, Scott'un ise Poppy'e uyuz olmasıdır. Zamanla görürüz ki Scott, bu uyuzluğun altında Poppy'e abayı yakar ve bundan onun topuklu çizmelerini, dekoltesini, sürekli gülmesini, aslında Poppy'nin yaptığı hiçbir şeyi ciddiye almamakken kendisiyle dalga geçmesini sorumlu tutar. Bu sahnelerde de filmin drama kısmını görürüz.
Bu arada bir flamenko kursuna katılır Poppy. Filmin ilerleyişinde etkisi olan bir olay olmasa da flamenko öğretmenlerinin duygusal boşalması izlemeye değerdi.


Yalnız takılan Poppy ve Zoe, neredeyse birbirlerine sulanacak durumdayken Poppy Tim ile tanışır. Kendisi kadar zevzek olmasa da ona ayak uyduracak düzeyde şebek olan bu maviş gözlü adamla da filmimizi mutlu sona ulaştırırız. (Hayır evlenmiyorlar, mutlu sondan evliliği anlayan sevgili okuyucular)


Yer yer Poppy'e gıcık kapsam da çok eğlendiğim ve güldüğüm bir filmdi. Ama şu bloddy British aksanı yok mu, off!
Filmin web sitesinden trailerını da izleyebilirsiniz.

IMDB Puanlaması : 7,1/10
La Santa Roja Puanlaması : 7/10

15 Ekim 2008 Çarşamba

O'Horten

Orjinal Ad : O'Horten
Yapım : 2007, Norveç / Almanya / Fransa
Yönetmen : Bent Hamer
Süre : 90 dk

Bazı insanlar vardır, yanlış insanları seçerler. Bazı insanlar vardır, yanlış filmleri seçerler. Festivaller kapsamında gelenekselleşen kötü film seçimimin bu yılki üyesi O'Horten oldu. Hatta çok ayıp ama itiraf edeceğim; yaklaşık 15 dakika uykuyla cebelleştikten sonra 3 dakika kadar uyudum.


67 yaşında makinistlikten emekli olan Odd Horten'ın başından geçen birkaç gün anlatılıyor filmde. Güldüğümüz 3-4 sahne dışında bu film ne anlatmaya çalışıyor ki sorgusundan kurtulamadık.
Annesi eski bir kayakla atlama sporcusu olan O'Horten, sonradan öğreniyoruz ki, bu sporu hiç denememiş. Korkusunu yenip diğer bütün çocukların yaptığı şeyi yapamadığı için annesinin ona kırgın olduğunu düşünüyor. Ama film, bu çocukluk travması üzerine kurulmamış. Sadece yönetmenin sözde "mutlu son"u O'Horten'in bu korkusunu yenip çatıdan aşağıya kayması olarak gösterilmiş. Filmin bütününü kapsayan bir hikaye, bir ana düşünce, bir atmosfer birliği, bir kurgu, bir derdi olmadığı için birbirinden kopuk kopuk sahneler izliyormuşsunuz izlemini doğuyor bir süre sonra. Bir önceki sahnede uğraşarak kurulan hikayeciği çözümlemeye sakın çalışmayın, zira bir sonraki sahneyle bir alakası olmayacak!

Aklımda kalan birkaç sahne varsa onlar da Makinistler Birliği'nin grup selamı, O'Horten'in bir üst kattaki arkadaşının evine ulaşmaya çalışırken camından içeri girip mahsur kaldığı evdeki küçük afacan, teknesini satmaya karar verdiği adama ulaşmaya çalışırken başından geçenler ve teknesine annesinin ismi olan Vera'yı vermesi olabilir.


Gereksiz bir film...

IMDB Puanlaması : 6,8/10
La Santa Roja Puanlaması : 3/10

14 Ekim 2008 Salı

Otostopçunun Galaksi Rehberi

Orjinal Ad : The Hitchhiker's Guide to the Galaxy
Yapım : 2005, USA / UK
Yönetmen : Garth Jennings
Süre : 109 dk

Evet, bu filmi ancak izleyebildim. Ve yine evet, 5'i 1 yerde Kabalcı versiyonu yaklaşık 3 yıldır kitaplığımda boynu bükük beni bekliyor. Ansiklopedi görünümlü kitaplardan korkuyorum.
Ama bu korku yersizmiş! En azından bu kitap için. Hayatımda en çok güldüğüm filmlerden biri idi sanırım. Bilimkurgu ve komedinin birleşiminin güzel bir kokteyl yarattığı Back to the Future'dan beri belliydi zaten.


Hayatını kurtardığı arkadaşı Ford uzaylı çıkan Arthur Dent, bu sayede dünya yok olmadan önce otostop çekerek kaçmayı başarıyor. Sabah yatağından kalktığı kılıkla, üzerinde bir bornozla bütün film boyunca da arz-ı endam ediyor. Otostop çekerken, tesadüf eseri Ford'un kuzeni, aynı zamanda da Galaksiler Başkanı olan Zaphod Beeblebrox'ın kaçırdığı galaksinin en şahane gemisi "Heart of Gold"a biniyorlar. Zaphod'un amacı, "the ultimate question"a cevap verecek olan en bilgili bilgisayar Deep Thought'a ulaşıp cevabı öğrenmek. Bu yolculuk sırasında peşlerine düşen Vogon askerleriyle, Zaphod'un başkanlık seçimlerindeki rakibi Humma Kavula'yla, şeytani farelerle ve daha birçok zorlukla uğraşıyorlar.


Öyküden de anlaşılacağı gibi oldukça absürd bir senaryoya sahip film. Ama çok eğlencelii!! Hele öyle küçük, saçma ayrıntılar var ki sonradan aklınıza geldiğinde dudaklar kıvrılıyor. Beni en çok güldürenler;
- Çevirmen balık : Kulağınızdan içeri atıyorsunuz, balon gibi, sümük gibi bir balık konuşulan her şeyi anlayabildiğiniz dile çevirip beyne ulaştırıyor.
- Marvin : Depresyondaki robot. Robot demek ne kadar doğru bilmiyorum aslında, kendisi insan duygularına sahip. Sürekli "Hayat daha kötü olamazdı" diye dolaşan koca kafalı bir şirinlik muskası.


- Heart of Gold'un kapıları : Ohh ve off çekerek açılıp kapılan kapılar.
- The Hitchhiker's Guide to the Galaxy : Mottosu "Don't panic" olan elektronik kitap. Size asla havlunuzu yanınızdan ayırmamanızı tembihliyor!
- Zaphod'un kafaları : Başkanlığa uygun görmediği yönleri olduğu için kişiliğini ikiye böldüren Zaphod'un böylece biri gizli, diğeri görünen 2 kafası oluyor. Olur olmadık zamanlarda gizli kafa ortaya çıkıp gizlenmekle ne kadar doğru davranıldığını ortaya koyuyor.
- Deep Thought : Kendisinden "the ultimate question" sorulduğunda ancak cevapları bildiğini söyleyip "the ultimate question" sorusunu bilecek bir başka bilgisayar yapan gebeş bilgin. Ayrıca bir dizi hastası!
- 42 : ...
- Humma Kavula : Bildiğiniz korku filmi öğesi aslında; gözlükleriyle birlikte çıkan gözleri, belinin altındaki minik minik 40 ayakları, kelle koleksiyonu... Filmin kötü adamı.
- Beyaz Fareler : Dünyanın parasını ödeyen minik pislikler!
- Vogonlar : Bürokrasiye gönülden bağlı çirkin mi çirkin yaratıklar. Bir nevi milletvekili ırkı :p
- Limon sıkacağı : Zaphod'un tek kafası kaldığında kısa süreli de olsa iyi çalışması için giydirilen şapkanın tepesindeki obje. Tepesinde limon sıkılan Zaphod, birden zehir kesiliyor!


İzleyin, izlettirin!

IMDB Puanlaması : 6,6/10
La Santa Roja Puanlaması : 8/10

Palermo'da Yüzleşme

Orjinal Ad : Palermo Shooting
Yapım : 2008, Almanya
Yönetmen : Wim Wenders
Süre : 124 dk

Filmekimi kapsamında, sevdiceğimin işten izin alamaması neticesinde, onun biletiyle izlediğim Palermo'da Yüzleşme'ye anlayacağınız gibi kendime bilet alacak kadar ilgi duymamıştım film yorumunu okuduğumda. Fakat izledikten sonra "Aa, böyle anlatılmıyordu ki?!" yorumunu yaptırdığına göre eleştirmenlere pek kulak asmamak gerekiyormuş.


İlk önce ismi dikkatimi çekti, bir fotoğrafçının hikayesi anlatılırken havada uçuşan okları tanımlamak için leziz olmuş. Türkçe'de daha güzel kelime oyunları var ama. (Evet, dil milliyetçisiyim.)


Başroldeki Campino, Alman rock grubu Die Toten Hosen’in solistiymiş. Şu noktada 8 Mile gibi bir "şarkıcı" filmi bekleyenlere kötü haber, adam gayet güzel oynuyor ve tek bir nota söylemiyor! Zengin hayatında bunalmış, tatminsiz, amaçsız, şımarık bi fotoğrafçı karşımızdaki. Hem sanat müzelerinde eserleri sergilenecek kadar saygın, hem de Milla Jovovich'le çılgın çekimler yapacak kadar moda. Yediği önünde yemediği arkasında beyimiz "Allah'ım hayat çok anlamsız"lara kapılıp Palermo'ya doğru yola çıkıyor. Şehri boş boş gezip dötüme benzeyen fotoğraflar çekerken bir okçunun oklarına hedef olur. Yalnız ortada bir gariplik vardır, bu okları ve okçuyu neden başka kimse görmez? Adam deli midir, divane midir? Bu sıralarda bir afetle tanışır ve hikayesini ona anlatır. Afet ona direk inanır, evine götürür ama birşey yapmazlar. Afet de mi şizofrendir? Birlikte bu esrarengiz okçunun peşine düşerler, acaba Mevla'larını mı bulacaklardır belalarını mı?


Filmin ilk 1 saati boş boş dolaşan bir adama bakarak geçerken sonraki 30 dk "Birşeyler oluyor ama hiçbir yere bağlanmıyor!"la geçiyor. Hikaye ancak son yarım saatte oturuyor ve ne umdum ne buldum durumu oluşuyor. Ama öyle The Sixth Sense'daki gibi bir "Adam ölüymüş" durumu beklemeyin.


Yönetmen Wim Wenders, daha önceden tanıdığım bir isim değil. Yalnız amcanın uslubu, ne söyleyecekse çok derin metaforlara, imgelere, ters köşelere dalmadan direk söyleyip konuyu kapatmak. Burada da aynısını yapmış, filmden çıktıktan sonra üzerinde yaklaşık 3 dakika konuşup yorumlama kısmını bitiriyorsunuz. Zaman güzel geçti mi derseniz, bir şekilde geçti işte...

IMDB Puanlaması : 6,7/10
La Santa Roja Puanlaması : 4,2/10